Zihni Hesaba Katın: Sunumları Unutulmaz Hale Getirmek için Nörobilimi Nasıl Kullanabilirsiniz?
İtiraf edelim, pek çok sunum ne kadar süre ilgiyle dinleme rolü yapabileceğinizi test ediyormuş hissettirir.
Akla gelen tüm kelimeler listelenmiş, sunumun aslında ne anlatmak istediğine ise çok az vakit harcanmış gibi gelir. Ve o sunumdan neredeyse hiçbir şey hatırlamadan ayrılırsınız.
Ama bazı sunumlar farklıdır.
Kendinizi günler sonra onlardan alıntı yaparken bulursunuz. Arkadaşınıza “geçenlerde çok enteresan bir şey öğrendim” diye o sunumdan bir bilgi paylaşırken veya işten eve giderken sunumda anlatılan hikayeyi aklınızda döndürüp, gülümserken de bulabilirsiniz.
Ve bunun sebebi sunucunun havalı biri veya çok şanslı olması değil, bilimdir.
Daha açık konuşmak gerekirse, nörobilim. Nörobilim beynimizin bilgiyi nasıl aldığını, işlediğini ve hatırladığını inceler ve insanların sunumlara biyolojik ve nörolojik düzeyde nasıl tepki verdiğine ışık tutar.
Hazırsanız, başlayalım. (Panik yok, laboratuvar önlüğüne ihtiyacınız olmayacak.)
Beyninize karşı değil onun yöntemleriyle uyumlu çalışan, akılda kalıcı sunumlar için sizinle birkaç püf noktası paylaşacağız.
Bu yazıda sizi neler bekliyor?
1. İlk İzlenim Önemlidir
İster bir iş görüşmesi, ilk buluşma veya önemli bir sunum olsun: ilk izlenimler her zaman önemlidir.
Çünkü beynimiz başlangıçları hatırlamak üzere evrimleşmiştir.
Nörobilimde öncelik etkisi olarak da bilinen bu enteresan bilişsel durum: duyduğumuz ilk şeyi hatırlama olasılığımızın, daha sonra duyacaklarımıza kıyasla çok daha yüksek olduğu anlamına gelir. (Üzgünüz, 29. slayt.)
1960’larda yapılan oldukça popüler bir bellek çalışması, listelerin başında sunulan kelimelerin ortadakilerden önemli ölçüde daha sık hatırlandığını kanıtlamıştır.
Bu da demek oluyor ki zihnimiz ilk izlenimlere önem verir ve ilk birkaç bilginin nasıl sunulduğu daha sonra nelerin hatırlanacağını önemli ölçüde etkiler. Doğal olarak, beynin başlangıçta sunulan bilgileri önceliklendirerek saklama yeteneği bu etkide önemli bir rol oynar.
Mesela alışveriş listelerini düşünün. Kendinizi hiç bir market koridorunda; bir elinizde dondurma, diğerinde tuvalet kağıdı tutarken ve listedeki üçüncü şeyin ne olduğunu kesinlikle hatırlayamazken buldunuz mu?
Ya da bir buluşmaya uğradığınızda ve arkadaşınız sizi birden fazla kişiyle tanıştırdığında, sadece ilk tanıştığınız kişinin adını hatırlayabildiğinizi fark ettiniz mi?
Bunlar; öncelik etkisinin günlük hayatımızı nasıl etkilediğine dair onlarca örnekten sadece ikisi.
Ve bu etki elbette sunumlar için de geçerlidir.
Bir sunuma başladığınızda ilgi uyandırmak ve akılda kalıcı bir fikri aktarmak için yaklaşık 15 saniye ile 2 dakika kadar kısa bir süreniz vardır.
İşte bu kısa sürede söyledikleriniz sadece duygusal olarak değil, nörolojik olarak da bütün sunumun gidişatını belirler. Beyin adeta bu başlangıç anlarını alır ve devamında gelecek her şey için bir çapa olarak kullanır.
Bu nedenle, “Merhaba, ben Özgün. Bugün 4. çeyreğin finansal verilerini gözden geçireceğiz.” kısmını atlamak ve önemsemeleri daha muhtemel bir açılış planlamak iyi bir fikir olabilir.
Cesur bir soruyla başlayın. Şaşırtıcı bir istatistik paylaşın. Onları meraklandırın ama cevabı söylemeyin. Hafifçe kıkırdamalarını veya kaşlarını kaldırmalarını sağlayabilirseniz beş yıldızlı pekiyi.
Eğer bu noktada dinleyicilerinize bir şeyler hissettirmeyi başarabilirseniz, sunumun geri kalanına da dikkat etmeye başlarlar.
2. Hissettirebilirseniz, Hatırlanırsınız
Geldiğimiz noktada nörobilimcilerin hepsinin hemfikir olduğu bir şey varsa, o da muhtemelen şudur:
Bir fikri şekillendirmeden önce, o fikirle ilgili bir şeyler hissederiz.
Nörobilimci Antonio Damasio ve ünlü eseri Descartes’ın Hatası’na göre, duygular karar vermede adeta başrol oynar ve mantığımız genellikle seçimi haklı çıkarmak için, daha sonra ortaya çıkar.
Çıktığınız bir seyahatte sırf satıcı size Master Chef‘teki en iyi şefmişsiniz gibi hissettirdiği için satın aldığınız, dünyanın en saçma mutfak aletine bakarken “Yani, evet bu doğru olabilir” dediğinizi duyar gibiyiz.
Duygular, hafıza oluşumunun en derininde yer alır ve duygusal olarak yüklü deneyimleri hatırlamamız da doğal olarak daha kolaydır. Çünkü bir duygu tetiklendiğinde, beyne güçlü bir sinyal gönderir ve şöyle söyler: dikkat etsen iyi olur, burada önemli bir şeyler oluyor gibi. Beynimiz de bu bilgiyi anlamlı olarak etiketler ve daha sonra hatırlaması kolay olan dosyaya kaldırır.
Bu nedenle bir sunuma başlarken, doğrudan grafiklere ve finansal verilere atlamak yerine, hedef kitlenizin duygularına dokunacak bir şeyle başlamayı deneyin.
Bir müşteriden dinlediğiniz gerçek bir hikaye. Koridorda mırıldandıklarını bildiğiniz, o ekip için yaygın bir hayal kırıklığı. Onları gülümseten veya bir saniyeliğine duraklatan bir görsel.
Çünkü beyinde bir duygu tetiklendiğinde; dinlemeye başlar. Ve dinlemeye başladığında, anlatılanları unutmaz.
3. Zihni Hesaba Katın
İyi bir sunum tasarımı öğeleri dekoratif hale getirmekle ilgili değildir.
Beynin verilen bilgileri işlemesini kolaylaştırmakla ilgilidir.
Nörobilim bize beynimizin düzeni arzuladığını söyler. Örüntüleri fark etmek, ilgili şeyleri gruplandırmak ve karmaşayı görmezden gelebilmek konusunda ustayızdır.
Bu yüzden iyi tasarımlar genellikle zahmetsiz hissettirir, çünkü beynimizin zaten sevdiği ve iyi bildiği kurallara uyar.
Mesela beynimiz gördüklerini, içgüdüsel olarak; en büyükten en küçüğe, en belirginden en siliğe ve soldan sağa doğru tarar. O nedenle bir slayttaki her bir öğenin şekli ve işlevi, dikkati yönlendirmede ve bilişsel yükü azaltmada çok önemli bir rol oynar.
Bir slayt görsel hiyerarşi mantığını takip ettiğinde, insanlar anladıklarını hissederler. Etmediğindeyse gözlerini kısarlar, algıları yavaşlar ve ne dediğinizi unuturlar çünkü beyinleri neyin önemli olduğunu bulmaya çalışmakla meşguldür.
Başka çalışmalar da gösteriyor ki renkler anlamayı %73‘e kadar, hatırlanmayı ise %39‘dan fazla artırabilir. Ama sadece odaklı ve doğru kullanılırlarsa.
Çok fazla renk mi var? Bu gürültünün görselleşmiş halidir.
Çok mu az kontrast var? Bu da kafa karışıklığı için kusursuz bir reçetedir.
Peki ya çok önemli bir sayıyı öne çıkarmak için bilinçli olarak bir kırmızı yerleştirirsek?
İşte bu dopamin salgılanmasını tetikler.
Tam da bu yüzden Apple yeni ürünleri piyasaya sürerken 12 tane teknik özelliğini listelemez.
Bunun yerine sadece, “20 saate kadar pil ömrü” der. Ve bunu beyaz arka plan üzerine siyah ve belirgin bir yazı ile yapar. Kalın siyah metin, belki tek bir ikon. Hepsi bu kadar.
Bu zihinlerimiz üzerinde neredeyse sihirli bir etki bırakır çünkü beyninizin görselleri nasıl taramayı sevdiğini çok iyi bilir: hızlı, soldan sağa ve basit odak noktalarıyla. Renk kontrastı (beyaz üzerine siyah) mesajın akılda kalmasını sağlar ve bolca beyaz alan beyninize nefes alma olanağı tanır.
Sonuç? İnsanlar bu sunumdan tek bir şeyi hatırlayarak ayrılır ve zaten amaç da tam olarak budur.
Kısacası, evet, yazı tipleri ve hiyerarşi önemlidir. Çünkü hiyerarşi ve tasarım öğeleri, zihnin bilgi işleme sistemiyle uyumlu çalışır; beyni gitmesi gereken yere yönlendirerek işini kolaylaştırır ve gerektiğinde dinlenmesine izin verir.
İyi tasarımcılar hem etkili hem de akılda kalıcı sunumlar oluşturmak için bu gibi ilkeleri (dengeleme, işlev ve verimlilik) bilinçli olarak kullanır.
4. Dağınıklığı Temizleyin
Mevcut iş kültürümüz bizi aksine ikna etmeye çalışsa da, beyinlerimiz çoklu görevlerde (multitasking) pek de iyi değildir. Özellikle de beş saniye içinde bir grafiği okumaya, analiz etmeye, anlatılanları dinlemeye ve belirsiz bir başlığı çözmeye çalışıyorsa.
Bilişsel yük teorisi işte burada devreye girer.
Çalışan belleğiniz (bunu beynin zihinsel “karalama tahtası” gibi düşünün) bir kerede ancak belirli bir oranda bilgi tutabilir. Çok fazla yüklenirseniz, ilgisini pazartesi sabahı 9.00 toplantısındaki iş arkadaşınızdan daha hızlı kaybeder.
Bu, bilişsel psikoloji alanında yapılmış onlarca yıllık araştırmalarla kanıtlanmıştır. Bilişsel yük teorisinin arkasındaki bilim insanı John Sweller, aşırı yüklenen çalışma belleğinin anlayış ve hatırlamayı aksattığını kanıtlamıştır. Özellikle bilgi yoğun, kötü organize edilmiş veya sadece… çok fazlaysa.
Etkili sunum tasarımı, gereksiz karmaşıklığı azaltarak ve kullanıcıların önemli şeylere odaklanmasına yardımcı olarak beynin alışkın olduğu bilgiyi işleme yapısını destekler.
Bu nedenle sunumlarınızın akılda kalıcı olmasını istiyorsanız, beynin sizi hatırlamasını kolaylaştırmalısınız.
Bunu bir restoranda yemek siparişi vermek gibi düşünün.
İçinde resim olmayan, 20 sayfalık lamine kaplama bir menü önünüze getirildiğinde beyniniz paniğe kapılır.
Ama sadece üç tane, yutkunmanızı sağlayacak kadar güzel yemek sunan bir menü? İşte o zaman hangisini seçeceğinizi çok iyi bilirsiniz.
İçeriği bu şekilde basitleştirmek, dinleyicilerin sadece gereken bilgiye odaklanmalarını ve bu bilgileri saklamalarını kolaylaştırır.
Aynı mantık sunum tasarımı için de geçerlidir.
Her slayta sadece bir fikir koyarak aşırı yüklemeden kaçının. Net başlıklar kullanın. Görseller için nefes alma alanı oluşturun.
5. Herkes Sürprizleri Sever (Beynimiz Dahil)
Beynimiz örüntü ve rutinleri sever… ta ki sevmediğine karar verene kadar.
Hayatta kalma mekanizmamızın bir parçası olarak, tekrar eden şeyleri adeta sessize almaya programlıyız. O yüzden de beklenmedik bir şeyle karşılatığında beynimiz resmen kulak kesilir.
Araştırmalar, sürprizlerin beynin ödül sistemini harekete geçirdiğini, dopamin salgılanmasını tetiklediğini ve bunun sadece iyi hissettirmekle kalmayıp aynı zamanda dikkati ve hafızayı keskinleştirdiğini gösteriyor. Sunumlarda da beklenmedik unsurlar kullanarak dinleyicilerinizi motive edebilir ve katılımlarını artırabilirsiniz.
O ufacık sürpriz anı, bütün sunum için bir dönüm noktası olabilir.
Diyelim ki 12. slayttasınız. Dinleyicilerinizin dikkati dağılmaya başladı, göz ucuyla birkaç telefonun ceplerden çıktığını gördünüz. Bir anlığına duraksadınız, ve şunu söylemeye karar verdiniz:
“Geçen yıl insanlar uyuduklarından daha çok zamanı TikTok’ta geçirdi.”
Bu bir cümle size iki dakika daha, hatta belki de daha fazla dikkat kazandırır.
Üstelik bunun için hilelere veya büyük sürprizlere ihtiyacınız yoktur; tahmin edilemez olmanız fazlasıyla yeterlidir.
Mesela müşteri kazanım verilerinizi Taylor Swift bilet talebiyle karşılaştıran bir grafik kullanın. Beklentilerin tam aksini söyleyen bir istatistik paylaşın. İlk bakışta alakasız görünen bir görsele, hatta cesur hissediyorsanız kurumsal kalıbın dışına çıkan bir meme’e şans verin.
Çünkü sürpriz unsuru beyne şöyle der: “Pişt, bir şeyler oluyor. Dikkat etmende fayda var.”
Ve böylece, siz yeniden dinleyicilerin dikkatlerini çekmeyi başarırsınız; onların beyinleri de sanki paketin dibinde fazladan bir bisküvi bulmuş gibi dopamin salgılar.
Sürpriz unsurunu sunumlarınıza dahil ederek hedef kitlenizin ilgisini daha etkili şekilde üzerinizde tutabilir, anlattıklarınızın daha uzun süre akılda kalmasını sağlayabilirsiniz.
6. Lost Finali Gibi Değil, Breaking Bad Finali Gibi Bitirin
“En iyi sunumlar bittiği yerde bitmez. Yankılanmaya devam eder.“
Mesela biz kendi sunumumuzu yapıyor olsaydık, muhtemelen bu şekilde tamamlardık.
Çünkü – hepimize okulda öğretilenlere rağmen – bir sunumun son anları, sunum sırasında konuştuğunuz her şeyi “toparlamak” veya özetlemek için değildir.
Siz odadan çıktıktan sonra bile mesajınızın hedef kitlenizde kalıcı olmasını sağlamak içindir.
Nörobilimde buna sonluk etkisi denir: tıpkı ilkler gibi, en yakında duyduklarımızı, yani duyduğumuz son fikirleri de daha iyi hatırlarız.
Ancak hafıza tek başına yeterli değildir. Fikrinizin akılda kalıcı olmasını istiyorsanız, aktardığınız sonun aynı zamanda anlamlı olması gerekir.
Bu yüzden sunumunuzu sıradan bir “dinlediğiniz için teşekkürler” ile bitirmeyin.
Tüm sunumu yeniden çerçeveleyen (tekrarlayan değil) bir cümleyle bitirin. Amacı olan can alıcı bir nokta. Daha önce anlattıklarınızın yerine oturmasını sağlayan bir cümle, örneğin: “Şimdi oldu. Başından beri buraya varmaya çalışıyordu demek ki.” dedirten bir şey.
İyi konuşmacıların bunu başarmak için kullandığı birkaç taktik verelim:
- Açılış hikayesine geri dönerler ama şimdi bu hikayenin yeni bir anlamı vardır.
- İzleyicilere basit bir gerçekle meydan okurlar: “Yarın sabah siz neyi farklı yapacaksınız?”
- Bir bayrak diker, yankı bırakırlar: tek başına duracak kadar kendinden emin ve cesur bir cümle kurarlar.
Bir başlayınca bırakamayıp tüm bölümlerini izlediğiniz dizileri düşünün. (The Last of Us’tan bir örnek vermeyi düşündük ama spoiler veremeyecek kadar naziğiz, o yüzden rica ederiz.)
Yerinizde duramamanızı sağlamak için, sürprizi veya katarsis noktasını her zaman son sahneye saklarlar.
Ve ertesi gün öğle yemeğinde iş arkadaşınızla konuştuğunuz şey de tam olarak bu olur.
Hatırlaması Kolay, Unutması Zor Hale Getirin
Günün sonunda, sunumlar aslında slaytlardaki kelimelerle ilgili değil, bağ kurmakla ilgilidir; insanların dinleyecek ve hatırlayacak kadar önemsemelerini sağlamakla.
Ve beynimiz duyduklarını rastgele işlemez; bir sistemi vardır. Bunun için gereken biraz bilim, biraz hikayeleştirme ama en önemlisi, çokça empatidir.
Beynin nasıl çalıştığını anladığınızda; neyin dikkat çektiğini, bir duyguyu neyin tetiklediğini, neyin akılda kaldığını da anlar hale gelirsiniz.
Bunu samimi bir bağ, paylaşılan bir kahkaha, insanların sırtlarını dikleştirmelerine sebep olan bir hikaye, veya içlerini titreten kısa bir sessizlikle birleştirebilirseniz: bir sunumdan çok daha fazlasına sahip olursunuz.
İşte o zaman insanlarda yankı uyandıran bir mesaj verebilir, hafızanın kıymetli anılar ve duygular için ayırdığı noktasında hikayenize yer bulabilirsiniz.
Bu yazı sayesinde, beynin sevdiği sistemle uyumlu çalışmanızı sağlayacak birkaç taktiğe sahip olduğunuzu umuyoruz. Eğer sunumunuzu insanların unutamayacağı bir hikayeye dönüştürmek için yardıma ihtiyacınız olursa, tanışmayı çok isteriz.